Herkese merhabalar. Bu yazımda sizlere ülkemizin tarihine ışık tutan, mimarların mimarı Mimar Sinan’ın eserlerinin olduğu , güzel yemekleri, tertemiz havası ve çok daha fazla güzelliği bulunan eskimeyecek şehrimiz Edirne’den bahsedeceğim.
İstanbul'un fethine kadar 92 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğuna başkentlik etmiş bu şehirde gezilecek görülecek çok yer var ama Edirne deyince akla hemen Mimar Sinan ve şaheseri Selimiye Cami geliyor. Ben de Edirne'yi gezmeye Selimiye'den başlıyorum.Mimar Sinan'ın 90 yaşında yaptığı ve ustalık eserim dediği ve 6 yılda tamamladığı cami neredeyse Edirne'nin her tarafından görünüyor.
Caminin avlusuna 9 ayrı kapıdan girilebiliyorsunuz. 4 minaresi ile heybetle göklere uzanan caminin içi ise ayrı bir huzur veriyor insana. Cami 31.30 metre çapındaki tek bir büyük kubbe üzerine kurulmuş. Kubbeyi ise 8 ayrı fil ayağı sütün taşıyor. Fil ayakları pencereler o kadar güzel yerleştirilmiş ki camiye, insan gezerken Sinan'a ve yaratıcı zekasına bir kez daha hayran kalıyor.

Caminin bir de ters lale hikayesi var. Rivayete göre, caminin inşa edileceği alan önceden bir lale bahçesiymiş. Ancak bahçenin sahibi ters mi ters bir kadınmış ve bahçesini satmak istememiş. Gel zaman git zaman sonunda camiye bir lale motifi konulması şartıyla ikna olmuş satmaya. Bunun üzerine Sinan da Caminin müezzin mahfilinin mermer ayaklarından birinin altına ters bir lale motifi yapmış. Lale burasının önceden bir lale bahçesi olduğunu, ters olması ise sahibinin tersliğini temsil edermiş söylentiye göre.
Selimiye Cami'nden çıkınca külliyenin içinde yer alan Darül-Kurra Medresesini geziyoruz. Medrese bugün Vakıf eserlerinin sergilendiği bir müze konumunda. Burada Çeşitli vakıflardan toplanan çini, maden, ahşap, hat serleri ile el yazma kuran ve saatler sergileniyor.
Müzenin ardından hemen Selimiye'nin karşısındaki Eski Cami'ye geçelim. Burası Edirne'de Osmanlı'dan günümüze ulaşmış en eski yapı olarak biliniyor. Yapımına 1403'te Sultan I.Süleyman döneminde başlanmış, 1414'te Çelebi Sultan Mehmet zamanında bitirilmiş. Yıllar içerisinde yangın ve depremlerle zarar gören cami bir kaç kez onarımdan geçmiş. Caminin beyaz duvarları üzerine hat sanatı ile yazılan yazılar dikkat çekiyor.
Camilerden sonra Kale içine gelelim. Geleneksel Türk Evlerinin hala yaşatıldığı bu bölge, Edirne'nin en eski semti imiş. Edirne'nin fethi sırasında Kale İçi tek yerleşim yeriymiş ve burada Bizans halkı, Cenevizliler ve Yahudiler yaşarmış. 2 katlı bahçe içinde ahşap evler bulunurmuş. Yangınlar ve depremlerle hasar gören bölgede yapılaşmaya izin verilmesi semtin tarihi dokusunu bozmuş.
Kale İçi'nden sonra Edirne'nin İstiklal Caddesi olan Saraçlar Caddesine gelelim. Burası trafiğe kapalı bir cadde, sağlı sollu dükkanlar var bir de sık sık fıskiyeli havuzlar var.
Saraçlar Caddesi'nden Tunca Köprüsü'ne geçelim. Bulgaristan topraklarında doğarak Edirne'den Türkiye sınırlarına giren Tunca Nehri üzerinde yer alan Tunca Köprüsünün mimarı Sultan Ahmet Cami'nin de mimarı Mehmet Ağa imiş.
Edirne'ye gelip de meşhur yaprak ciğerini yemeden dönmek olmaz. Yaprak ciğerlerinin nefis olduğunu söylemeye gerek yok. Yanında kurutulmuş ve kavrulmuş acı biberle servis ediyorlar. Buranın köftesinin de güzel olduğunu duyduğumda sırf tadına bakmak için bir porsiyon da köfte söyledim. O da gerçekten nefis. Bitmedi bir de dondurmalı irmik helvası ve çay. Bu üçü Edirne'de mutlaka tadılmalı bence.
Yazımı burada sonlandırıyorum. Tabi ki cennet Edirne’miz burada bitmiyor. Devamı haftaya diyeyim , hoşçakalın ..
NİLAY HACIBAYRAMOĞLU
NİLAY HACIBAYRAMOĞLU